MAHMUT GOLOĞLU
1915-1982

HAYATI KENDI KALEMINDEN

    1915 de Trabzon un Akçaabat ilçesinde doğdum. Ben doğduğum yıl babam Kolağası, yani Önyüzbaşı Celalettin İbrahim Efendi Sarıkamış’ta şehit düştü. Babam beni, ikinci oğlunu göremeden şehit olmuştu. Annem Hafiza Binnaz Hanim uğradığı büyük acı ile tüm dünya nimetlerine sırt çevirip, her turlu dünya sıkıntısına katlanıp kendini iki evladını yetiştirmeye adadı. Kendi çocuğu olmayan dayım Ziya Bey, beni öz evladı gibi hiç yanından ayırmadı. Ailemizin uğradığı bu felaket yetişmezmiş gibi, Trabzon düşman işgaline uğradı. Ailemiz muhacir olarak İstanbul’a gitti. Tahminen 5 yaşında iken Trabzon’un düşman işgalinden kurtulması üzerine Trabzon’a geri donduk. İlk, orta, lise tahsilimi Trabzon’da yaptım. O tarihlerde Trabzon’da spor çok ileri idi. Oysa ben, ya vücut gücümün yetersizliğinden, ya kişiliğimden spor yapamadım. Duygusal bir yalnızlık içinde kitaplarla dost olmaya o yaşlarda başladım. Bilimden çok sanata eğilim duydum. Yazı sanatının her türüne ve en çok da küçük hikayeciliğe ilgi duydum. Şiir ve küçük hikayeler yazmaya heveslendim, bir şeyler de yazdım. Bu aralarda ailemizin geçim durumu iyice bozulduğundan derslerimi çalışamaz oldum ve sınıfta kaldım. Dünyanın en sert yöneticilerinden biri olan Müdürümüz rahmetli Şerif Bey’in dikkatini çekmiş benim başarısızlığım. Kimseye belli etmeden durumumuzu araştırmış ve beni sınavdan geçirerek parasız yatılı öğrenci yaptı. Bu arada günün sosyal durumu ile ilgilenmeye başladım ve okulda, Hiciv şairi Trabzonlu Halil Nihad Boztepe’nin etkisinde kalarak okul çapında taşlamalar yazdım. Okul yönetiminde, eğitim usullerinde, öğretmenlerin tutum ve davranışlarında yanlış olduğu kanısına vardığım ne varsa çekinmeden eleştiriyordum. Bu yoldaki çalışmalarımla, hiç alışamadığım yatılı öğrencilik hayatımı renklendirmeye gayret ediyordum. Müdür Bey’in seçimi ile izci oldum ve flüt çalmasını öğrenmekle görevlendirildim. Çok sağlam ciğerlerim ve kuvvetli sesim nedeni ile boru çalmasını da öğrendim... Lise onuncu sınıfta Cumhuriyet Bayramı’nda ilk kez bir gencin de bayram töreninde konuşması kararlaştırılmış ve Müdür Şerif Bey, hazırlattığı konuşmayı okutmak için bizleri çağırtmıştı. Sonunda benim okumama karar verdiler. Böylece toplum karsısındaki ilk konuşmamı yaptım ve başarı kazandım O yıl içinde ders gördüğümüz ve yatıp kalktığımız okul, gösterdiği yıkım tehlikesinden ötürü Kemerkaya’daki Öğretmen Okulu binasına katıldı. Her iki okul aynı binada ders göreceğinden ve aynı binada iki müdür olamayacağından Lise’nin müdürlük görevi, Öğretmen Okulu Müdürü Hamdi Bey’e verildi. Lise Müdürü Şerif Bey de Kayseri Lisesi’ne müdür verildi. Meğerse Tabiiye (doga bilgisi) öğretmenimiz, benim okul çapındaki eleştirilerime, muzipliklerime çok kızarmış. Koruyucum Şerif Bey gidince, öç almaya karar verdi. Böylece lise son sınıfta, o bir tek dersin sınavını vermek için okul dışında 1 yıl bekledim. Hayatım boyunca çok acı çekmişimdir, ama bunların en acılarından biri olarak bu 1 tek dersten sınıfta kalışımı hatırlarım. Birdenbire bomboş kalmanın acısı yüreğimi yiyip bitirecek gibi oldu. Bir gün benim gibi bir yıl beklemek zorunda kalmış olan arkadaşım, boş geçecek yılımızı değerlendirmek için Milli Eğitim Müdürlüğüne başvurduklarını bildirince be de bir dilekçe yazdım. İlk kez Kayalık Mahallesi’ndeki ilkokula verildim, daha sonra Cudi Bey İlkokulu, İskenderpaşa okullarında görev yaptım. Bu arada kendi ilkokul öğretmenim Hasan, Hasan Fahri, Asim, Mustafa Emin beyler gibi gerçekten çok değerli insanlarla birlikte görev yapmanın tadına vardım.

    Liseden sonra bir yıl ilkokul öğretmen muavinliği yaptım. İşte bu sırada, 1934 yılında Trabzon Halkevi başkanlığından bir yazı aldım. Şehrimin okumuş bir genci olarak beni, Halkevlerinin yapacağı tarih çalışmalarına yardıma çağırıyorlardı. Trabzon tarihi üzerine çalışacaktım. İlk görevim, mezar taşlarındaki kitabeleri, ya da yazıtları saptamaktı. O sıralarda eski harfleri pek bilmiyordum, bildiklerim de yazıtları okumama yetmiyordu. Fakat Halkevleri bölüm başkanımız, eski yazıyı ve yazıt okumasını çok iyi bilen biri idi. Onun sayesinde çalışmalarımı geliştirdim. Ve o zamana kadar hiç bir sempati duymadığım tarihe karşı çekici bir ilgi duymaya başladım. Çünkü şunu öğrendim ki Osmanlı Türk tarihinin bir döneminde mezar taşlarının büyük bir önemi varmış. Şair en güzel şiirlerini, filozof en güzel düşüncelerini, heykeltıraş ve hattat en güzel eserlerini mezar taşlarında toplarmış. İşte bu hal, sanatla birlikte tarihe olan merakımı her gün biraz daha artırdı. Mezar taşlarından sonra çeşmeler, camiler, eski kiliseler ve tarihi surlar üzerinde çalıştım. Sonra bunlar da bana yetmedi, şehir sınırlarının dışına çıkarak bölgenin tarihi ile ilgilendim. Daha sonra Anadolu tarihini inceledim. Sınırdaş ülkelerin tarihinden sonra dünya tarihine ve insanlığın kaynaklarına çıktım. Bütün bu çalışmalarımı amatörce yapıyordum. Çünkü benim mesleğim hukukçuluktu.

    1935’de tek ders sınavımı verip mezun oldum. Mülkiye (Siyasal Bilgiler) Okulu’na girmek üzere İstanbul’a gittim. Mülkiye’nin Yıldız’daki okul binasını gördüm. Bir manastır gibi geldi bana. Düşeceğim yalnızlıktan korktum. Mülkiye’yi bırakıp Yüksek Öğretmen Okulu’na başvurdum. Fakat kazanamadım. Parasız yatılı öğretim yapmak zorundaydım. Ankara Hukuk Fakültesi’nin gazetedeki ilanını gördüm, telgrafla başvurdum. Aynı gün, “dolmuştur” diye cevap geldi. Okulsuz kalmaktan korkuyordum. Güzel Sanatlar Akademisi’nin Mimarlık bölümüne girmek istedim. Her yıl bu bölüm için bir kaç öğrenciye burs veren Milli Eğitim Bakanlığı bu yıl için bunu yapamayacağını bildirdi. Nasıl yaşayacağımı ve geçineceğimi sonra düşünmek üzere, Edebiyat Fakültesi’ne yazıldım. Bir telgrafla durumu aileme bildirdim. Madem istediğin yere girdin, bize ne soruyorsun diye bir yanıt gelince, şaşırdım. Tüm kayıtlar dolmuştu. Rahmetli Albay Zeki Bey, Ankara’ya giderek bir şehit çocuğu olduğumu söyleyip özel giriş izni almaya çalıştı. Fakat o sırada ben, herkesin babam sandığı çok saydığım ve sevdiğim dayımın isteğine uygun olarak Hukuk Fakültesi’ne kayıt aktarması yaptım. Bir tanıdık aileye pansiyon oldum. Aylığım 20 lira idi. 10 lirası benim ilkokul öğretmen vekilliği yaparken biriktirdiğim paradan, öteki 10 lirası da melek ruhlu annemin %40 faizle aldığı paradan karşılanıyordu. Aylık 20 liramın 6,5 lirasını oda kirası, 10 lirasını yemek ve bakılmak masrafı olarak veriyor, kalan 3 lira ile de bütün ihtiyaçlarımı karşılıyordum. Ben edebiyat eğitimi yapmak istemiştim ama 15 gün devam ettiğim bu derslerden hiç hoşlanmamıştım. Hukuk Fakültesi’ndeki derslerden ise hoşlanmıştım. Kitap almaya param olmadığı için bu dersleri ve kitapları elle yazıyordum. Bu çabadan yarar görüyor ve dersleri daha iyi anlıyordum. Hatta çabucak etkisinde kaldığım hak, hukuk kavramlarının dürtüsü ile sosyal sorunlara daha da çok kafa yordum ve bu arada kendi odamda yaptığım küçük arkadaş toplantıları ile on ili içine alacak ve yönetim kurulu iki dereceli secimle kurulacak Karadeniz Talebe Cemiyeti'ni kurdum. Samsun’un Çarşamba ilçesinden Prof. Ali Fuat Başgil’i de fahri başkan yaptık. Gerçekten de öğrenciliğim iyi gidiyordu. Bir kaç ay sonra iyi bir hukukçu olarak öğrenimimi bitirecektim. Ben böyle düşünürken her ay gönderilen 20 lira gelmedi. Buna karşılık "artık para gönderemeyeceğiz, öğrenimini bırakıp dön" diye bir telgraf geldi. Düpedüz sokakta kalmıştım. Tam o günlerde Balkan ülkeleri ile karşılıklı öğrenci değişimi yapılıyordu. Sırbistan, yani Yugoslavya’ya bir hukuk öğrencisi gidecekti. Hemen Fakülteme başvurdum. Ali Fuat Başgil bu isteğimi, bir gençlik hevesi sandı. “Bir yıl yitireceksin, bir yıl da oranın dilini öğreneceksin, bir yıl sonra da Sırp Üniversitesi’nden çıkacaksın. Ben buna razı olamam” dedi ve göndermedi. Gazetelerdeki iş ilanlarının birinin aracılığı ile Kumkapı’daki İnkılap, ya da Yüce Ülkü Lisesi’nde öğretmen yardımcısı oldum. Bir kaç ay zor dayandım. Bu görevi biraz daha sürdürürsem hukuk öğrenimini bırakmak zorunda kalacağımı anladım. Aç kalma pahasına çıktım işimden. Karadeniz Cemiyeti’nin Çemberlitaş’taki merkez odasına bir portatif karyola kurarak ve geç vakitlere kadar Beyad’daki Hacı Bey’in kahvesinde ders çalışarak sıkıntılar içinde Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. Adalet ve Ekonomi Bakanlıklarının Avrupa’da öğrenim için göndereceklerinin listesine alındığım ve gazetede ilan edildiğim halde ayakta duracak kadar bile gücüm olmadığından gitmedim.

    İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş ve Tekel Müfettişi olmuştum. Yıllarca yalnız başıma Anadolu’nun en uzak köselerini dolaştım. Bu koyu yalnızlık içinde, tek dostum yine kitaplardı. Karamsar günlerimde Ömer Hayyam'ı, düşünmek istediğim zaman Şeyh Sadi-i Şirazi’yi, iyimserliği öğrenmek istediğim zaman Epiktetos u, gerçeği tanımak için Emil Zola’yı, duygusal anlarımda Rabinat Tagor’u, daha aklıma gelen gelmeyen bir sürü kitabı okudum. Ve bunları okurken de çevremdeki insanları izledim. 1943 yılında ilk kez bir küçük hikaye kitabi yayınladım. Kapak resmini de o sırada memurluk yapan Bedri Rahmi yapmıştı.

    1940’da evlendim. Geçim zorluğu çekiyorduk. Tekel Müfettişliği’nden ayrılıp Adliye’ye geçtim, önce yargıç adaylığı yaptım ve aynı zamanda İleri Hukuk dergisinde hukuki araştırma yazıları yayımladım. Sonra da avukatlık stajımı tamamlayıp Trabzon’a gittim. Avukatlık yaparken on beş yıl öncesindeki yerel araştırmalarımı daha da geliştirdim.

    1950’de Trabzon’dan kazanan karma listede Demokrat Parti Milletvekili olarak Ankara’ya gittim. Kendimi Meclis çalışmalarına vererek yıllarca Gümrük ve Tekel Komisyonu Başkanlığı, Parti Meclis grubu yönetim kurulu üyeliği ve sonunda da Meclis Reis Vekilliği yaptım. Bu arada amatör tarih çalışmalarımı da sürdürüyordum. Büyük Millet Meclisi’nin büyük kitaplığındaki eserlerden ve değerli personelinden çok yardım gördüm.

    27 Mayıs olayında tüm Demokrat Parti milletvekilleri gibi tutuklandım ve Yassıada süresinde 18 ay tutuklu kaldım. Beraat ederek çıktığım zaman otobüse verecek kadar dahi param olmadığından bir süre evde oturdum. Yaşama gücümü sürdürebilmek için bir odaya çekilip ve tek dostum kitaplara başbaşa oldum. Kitap yayımlayacak gücüm yoktu. O zaman tanrı rahmet eylesin İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun Yeni Adam dergisi ile Hıfzırrahman Raşit’in Eğitim Hareketleri dergisinde yıllarca kitap eleştirileri yayınladım. Tabii tarih araştırmalarımı da durdurmadım. Günlük politika ile ilgimi tamamen kesip kendimi bilimsel tarih araştırmalarına adadım. Yıllarca günde 15 saat çalıştığım oldu. Bu arada geçimimi zorla sağlayan bir memurluğa girdim. Atalarımdan kalan yerlerimizi değerlendirip satma yoluna gittim. Artık kitap yazma zamanımın geldiğine karar verdim. Fakat yazmaya nereden başlamalı idim? Önce memleketim olan ve bir zamanlar sınırları Batum’dan Samsun’a kadar olduğu için tüm Doğu Karadeniz bölgesini içine alan Trabzon’un fetihten önceki ve fetihten sonraki dönemlerini, Pontos ve Trabzon Tarihi adları ile hazırladım. Pontos adının coğrafi bir deyim olduğunu, Rum Pontos İmparatorluğu diye bir devletin mevcut olmadığını, Rum deyiminin Yunanlılarla ilgisi bulunmayıp Arapça kullanılan, Osmanlılarca kabullenilen Roma egemenliği altındaki kimse ve daha sonra Hristiyan Anadolu demek olduğunu ispatlamaya çalıştım.

    Fakat bu sırada yeni devletimizin kuruluşuna ait Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinin, yüzyıllar önceki dönemler kadar karanlıkta kalmış olduğunu anlayınca, Ulusuma daha yararlı olacağı ümidi ile önce yakın tarihimizi yazmaya ve yayınlamaya karar verdim. Elimdeki bilgileri bir araya getirdikten sonra, o dönemin politik hayatına karışmış olup da hayatta bulunanları ve onların ailelerini aradım. Ellerinde kalmış belgeleri toparladım. Genelkurmay Harp Dairesi’nin ve Tarih Kurumu’nun çok değerli kitaplarından yararlanarak 1918-1923 yıllarına ait ilk beş ciltlik Milli Mücadele Tarihi’ni, sonra da 1924-1945 yıllarına ait Türkiye Cumhuriyeti Tarihi dizilerini yayınladım. Cumhuriyetin 50. Yılına Armağan olarak da Atatürk İlkeleri ve Bursa Nutku ve Halifelik adlı cep kitapları çıkardım.

    Milli Mücadele ile ilgili kitaplarımı her yayınlayışta Genelkurmay Başkanlığı’na göndererek Harp Dairesi’nce incelenmesini diledim ve tüm başvurularıma olumlu karşılık aldım.

    Memurluktan emekli olunca Trabzon’a döndüm. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Devrim Tarihi hocalığına talip oldum. Karadeniz Teknik Üniversitesi rektörü, yayınlanmış eserlerimin İstanbul Üniversitesi’nde bir bilim kurulunda incelenmesini istedi. İstanbul Üniversitesi’nden gelen rapor üzerine Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Profesörlük kadrosu ile Öğretim Görevlisi olarak atandım simdi de Demokrasiye Geçiş 1946-1950 adlı kitabımın yazımını bitirmek üzereyim. Mali gücüm imkan verirse bastırmaya çalışacağım.

ANA SAYFA | KITAPLARI | RESIMLERI | YAZILARI

Copyright © 2014 Zehra Gologlu-Suer